26 Eylül 2007 Çarşamba

Natosbamuna Efsanesi

Mektubat-ı Maveraunnehir'den... mayıs 2002

Bir hikaye daha anlatayım istersen.
Birgün bir genç delikanlı yolda giderken bir kaplumbağa görmüş. Kaplumbağa ters dönmiş vaziyette güneşin altında nerdeyse pişecekmiş. Ne kadar çırpınıyorsa da düz dönemiyecek durumda yani. Neyse bizim delikanlı bakmış ki tosbaa zor durumda "ulan" demiş "insanlık işte bu günlerde gösterilmeli". Tam elini tosbaaya doğru uzatıyormuş ki beş altı metre öteden salınaraktan Dilgüfte'nin geçtiğini farketmiş. Dilgüfte gencin sevdiği kızmış. İşte demiş şimdi sırası hemen gidip onu deliler gibi sevdiğimi söyliyeyim. Ama böyle der demez gencin kalbinden ipince bir tel kopar gibi olmuş. Sırtüstü durmakta olan tosbaa aklına gelmiş. "bu tosbaayı hemen alıp suya yakın bi yere götürmezsem ölecek" diye aklından geçirmiş. Dilgüfte, tosbaanın başında çömelmiş olan gencin yanından geçip giderken, gencin kalbinden kopan tel, sürtünmenin etkisiyle yanmaya başlamış. Ve Dilgüfte'nin fırtınalı bir denizi andıran saçlarının arasında batıp giden koca bir Titanic gibi dalgaların arasında kaybolmuş gitmiş bizim erçel oğlan. Neden sonra tosbaayı kaptığı gibi deli gibi koşarak beş on dakika içinde onu suya yakın bir yere bırakmış. Tosbaa suyu görünce çılgınlar gibi içmiş. İyice kandıktan sonra kendisini buraya getiren fedakar gence teşekkür etmek için arkasını döndüğünde bakmış ki kimse yok. (bütün filimlerde de böyle olur ya)
Delikanlı hiçbirzaman Dilgüfte'ye "o gün orda tosbaa uğruna seni feda ettim" diyememiş. Ama yakın arkadaşlarına şu kadarını söylemiş; "Eğer birşey uğrunda çalışılacaksa ve bunu yapacak kimse yoksa, bu ne kadar fedakarlık isterse istesin yapılmalı. Ben Anadolu çocuğuyum. Tosbaaya dahi ihanet edemem."
Bu olaydan sonra insanlardan uzak yerlerde yaşayan bu gence; "bir tosbağa uğrunda, çok gözyaşı dökülecek bir iş yapan genç" anlamına gelen "Natosbamuna" adını vermişler. Genç Natosbamuna yıllar sonra yerini yaşlı Natosbamuna'ya bırakır. Bir mağarada ömrünü çürütmüş ve yıllardır insanlarla hiç konuşmamıştır. Sadece geceleri avcılar ve çobanlar yanık bir gitar sesine eşlik eden, daha yanık bir ses duyarlardı o kadar. Bu ses hep aşk ve kaplumbağa şarkıları söylerdi. Natosbamuna efsanesi dillerden dillere intikal ede ede Tüm kıtayı sardı. Ve birgün Dilgüfte de hikayeyi duydu. Dilgüfte o yaşına rağmen hiç durmadı ve dağların yolunu tuttu. Çiftesini omzuna aldı, O dağ senin bu dağ benim aylarca dolaştı. Hep yanık bir ses aradı durdu geceleri. Kurt ulumalarını Natosbamuna'nın inlemeleri olabilir diye titizlikle dinledi. Sonra bir gece yarısı uzak biryerlerde zayıf bir ışık gördü Dilgüfte. Yaklaştıkça bunu Natosbamuna'nın yaktığından hiç şüphesi kalmadı. O kadar sevindi ki kendini tutamadı ve avazı çıktığı kadar bağırdı "Natooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooo Naaaatooooooooooooo". Natosbamuna irkildi bu yaşlı kadın da kimdi? Sonra ateşin başından biraz uzaklaşıp ay ışığında karşıdan gelenin yüzüne dikkatle baktığında, hafif çizgili bir yüzün, beyaz saçların ve hüzünlü gözlerin ardında yıllar öncesine gitti. Ve bu şimdi durulmuş bir deniz olan saçların dalgalarının arasında boğulduğu günleri hatırladı. Sanki seneler önce batmış bir geminin enkazını çıkarmaya gelmiş birilerini karşısında görmüş gibi oldu. Gitarını tutan eli açıldı. Ellerini havaya kaldırdı ve haykırdı; "Dİloooooooooooooooooooooooooooooo La Diiiilooooooooooooooooooooooooo dello parettaaaaaaaaaaaaa. Las marino de paglionettoooooooooooooooo".
Natosbamuna'nın ve Dilgüftenin sevinç gözyaşları ve haykırışlarına bir gürültü daha karışmaya başladı. Çatırtı ve kütürtüler şiddetini arttırdı. Bağırışların oluşturduğu titreşimle yukardan irice kayalar yuvarlanıyordu. Gürültüler bittiğinde Dilgüfte kalktı, başının üstündeki taşları eliyle hafifçe sıyırdı. Güneş ilk ışıklarını dünyaya yollamıştı. Mağaranın önüne baktı ki orada biri yatıyor. Gözlerinden yaşlar sicim gibi boşaldı. Natosbamuna; yaşlı kurt öylece uzanmış ve sevdiğinin elini bir defa bile tutamadan bir mağaranın önünde tükettiği ömrünü orada bitirmişti. Dilgüfte onun üzerindeki taşları da sıyırdı. Yüzünü çevirdi. Gülümsüyordu. Hıçkırıklarına hakim olamadı. Allah bilir kaç saat orada Nato'yu gözyaşlarıyla yıkadı. Sonra baktı ki kendi üzerinde de kan var. Halbuki vücudunda hiç yara bulamadı. Kalktığı yere gitti. Başının üzerinden aldığı taşları karıştırdı. Ve orada kabuğu kırılmış ve kıpkırmızı kana bulanmış ihtiyar bir tosbaa buldu. Belli ki tosbaa Dilgüftenin Başını taşlardan korumak için gecenin o karanlık ve dehşetli anında kendini feda etmişti. Tosbaanın yüzüne baktı. o da gülümsüyor gibiydi sanki. Yıllar önce bu kızı kendisine feda eden gence borcunu, kendi canı pahasına kızı kurtararak ödemişti. Dilgüfte'yi -o yaşlı kadını- bir daha pek gören olmadı.
Artık insanlar bu dağlara Tosbaa dağları dediler. Ne zaman dolunay olsa uzaklardan hala bir gitar sesi gelir. Hatta Natosbamuna ve Dİlgüfte'nin de bazen seslerini duyarlarmış. Bir de bazı insanlar gülümseyerek gezen bir tosbaa gördüklerinde hüzünlenirlermiş hala.
Sevdiğinin saçlarının dalgalarında boğulan genç. Hem de bir tosbaa uğruna. Natosbamuna. Mekanın cennet olsun. Biz belki tosbaa için değil ama, bazen çok daha büyük şeyler için ve çok daha zor durumda olan büyük bir çınar olan birşeyler için sevdiklerimizi feda etmiyor muyuz? Buradan şu dersi çıkarmalıyız. "Hergün yeniden doğmak istiyorsan asla acele etme. Acele etmeyenler çok bekleseler de gelen olmaz belki. Ama yarın herzaman gizemlerle doludur." Bu, Paraguay milli marşından alıntı.

Hiç yorum yok: