13 Mayıs 2009 Çarşamba

kesafet-i hissiyat 2

Hissiyat demiştim de, nedir çektiği bu zişuurların hissiyattan? Tat alsınlar veya elem çeksinler diye mi verilir acaba hayattan? Yoksa numune midirler ta maveradan gelen hakikattan? Hakikatten öyle olsa gerek. Olmasaydı olur muydu o zaman bu hissiyatın sonu. Sonu olduktan sonra ne yapsın bir zişuurcuk onu?
İşte böyle nazar edersek hissiyatın kesafetine, anlamış oluruz bu kesafetin manası ne. Gerçi kimi bu manayı yanlış görebilse de, bir gece yürürken, damdan içeri düşene, gördüğü yanlışı talim ettirebilse de, oradan da doğruya gidilebilen bir yol vardır de. Çünkü ne de olsa akıl var hissiyatın üstünde.
Demek öyle bir yol var ki seyahate çıkılan; kimsenin bilmediği. Kimine göre kötü olsa da kimine iyi. Tabi eğer hangi şey kullanılsa kötüye, benzeyiverir kumaş üstünde unutulmuş ütüye. O halde korkmadan yelkenini aç bu yola. İlerle dümdüz ve dönme sağa sola. Gemi senin, yol senin oldukça ne gam, ne keder. Ancak çalıntı gemiyle başkasının yolunda giden kötülük eder.
Eee, o zaman geliverelim artık sadede. Şöhreti, şatafatı boş ver, ne varsa sadede. Hakiki hissayata talib ol, oyalanma sahtede. İşte gülümsüyor sana ellerin el-firaaakla tevafuku. Aşkla koş hakikate, bekletme maverada ancak kavuşulacak, ol maşuku.

Hiç yorum yok: