24 Eylül 2007 Pazartesi

Kesafet-i Hissiyat

insan türü, insan türü olalı, rahat etmez hissiyatının kesafetinden. doğrudur bu. ama acaba yanlış mıdır, hayvanatın sebeb-i rahatlığının, o mübareklerin bila hissiyat oluşundan geldiği?
yoksa gelmez mi bir hayvanın aklına hiç kara iplikler gibi savrulan teller? yoksa onların akıllarını meşgul etmez mi; mürenin dibinde, kendini elden kıskanırcasına saklanan inciler gibi dizilmişler? yoksa düşünmez mi onlar, bir anın bir ana intikali kadar kısacık süren isabetlerini, o çift esved taşlarının? yoksa bilemezler mi manasını; zamanın bizce en zifir kuyularından beri, o çift taşın bakışlarının? hayret derim doğrusu. ne manası vardır o halde yıldızların üzerinden kayan iki ufkun birbirine kavuşmasının? ne manası var iki ufuk birleşip ayrılsın diye beklemesinin? Ve açıklama bulmak nedendir ufuk mu üstte yoksa yıldız mı üstte ikilemine? Ne gerek var, alt, üst kavramlarının tekrar alt üst edilmesine? boşa dememişler tabii kainatın hem tohumu hem meyvesi insandır diye. Olmasa; o ağır düşen çift küpenin salınımında hipnotize olmak niye? niye diye sorulmasa eğer, fısıldar mıydı sanki, o çift ufuk arasından çıkan rüzgar, sırrını kulağımıza yine? nerde?...
madem öyle.. anladığım kadarıyla, bu mübareklerin kafasını karıştıramaz, göregelip de uzanıveremedikleri şeyler bile. hatta manasını kavramaz; eğer iteduran iki mıknatıs, biraz dönünce çarpışsa birbiri ile.
Ahhhhh!!! velev ki o çarpma hata olsa bile... mıknatıs ne anlatır bilmez bu ameli ile, lakin bilen bilir onun hasretini, arzusunu, ve getirir dile.
bu kadarcık da karışmayacaksa şol mübareklerin kafası, bu ahvali bile bile; ya bir dolu tüfeng al ele, ya bir kılınç bul eyice bile; ya sık tetiği kalksın toz duman, ya çal kılıncı aksın kan revan...
zira sen almasan da tüfengi ele, saklasan da kılıncı bele, karışmayacaksa fazladır o gövdeye o kelle.

Hiç yorum yok: