31 Ekim 2007 Çarşamba

Balkan Türkçesi'ndeki Farklı Kelimeler Sözlüğü

Kuzey Bulgaristan'dan Türkiye'ye Göç Eden Mácırlar'ın (Muhacir-Göçmen) Kullandıkları Farklı Kelimeler:

ÖNSÖZ

Böyle bir çalışma hazırlamamdaki temel amaçları şöylece açıklayabilirim:

Çağdaş Türkçe'nin bir çok lehçesinden biri konumundaki Oğuzca'nın bir ağzı olan Rumeli Türkçesi'nde kullanılan yüzlerce güzel kelimenin paylaşılması ve Balkanlar'da gelişmiş Türkçe'nin bu şubesinin hatırlanması tabî ki en önemli amaçtır.

Bunun yanında Osmanlı'nın Rumeli Eyaleti'nden Anadolu'ya çeşitli vesilelerle göçmüş Mácırlar'ın bazılarınca yanlış tanınıyor olması. Mesela az da olsa kimileri, Mácırların konuşurken "h" leri yuttuğunu, "abe naparsın be" falan gibi konuştuğunu, kadınlara "gacı" dediğini sanar. Bunların çoğunun Mácırlar'la hiç ilgisi olmadığı gibi, bunlar daha çok "Romanlar'ın" özellikleridir. Hatta bazen daha cahil olanlar Mácırların Türk olmadığını, Bulgar, hatta "Macar" olduğunu sanacak kadar bilgisizdir. Halbuki Mácır dediğimiz insanlar vaktinde Anadolu'dan Balkanlar'a gitmiş veya Osmanlı tarafından gönderilmiş Oğuz Boyları ile Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a ulaşan Gagauzlar gibi Türk boylarının Balkanlar'da yüzlerce yıl yaşamasıyla oluşmuş bir Türk topluluğudur. Mácırlar genelde kelime başlarındaki "h" leri söyler, çocuklarına "kızan" veya "uşak" der vb. Kullandıkları birçok kelime de ya Anadolu'dan gelir, ya da doğrudan Orta Asya'dan (örn: seki). Hatta yüz yıl kadar önce göçmüş dedelerimiz bile Bulgarca'yı bilmez ve konuşmaz. Çünkü Osmanlı Dönemi'nde hakim millet Türkler olduğundan belki Bulgarlar ihtiyaç miktarı Türkçe öğrenmişlerdir, ama Türkler asla Bulgarca öğrenmemiştir. Bu arada Bulgarlar'ın ve Türkler'in köyleri ve mahalleleri hep ayrı olmuş ve iki millet karışıp tek millet olmamıştır.

Burada yer alan kelimeler özellikle Deliorman Bölgesinden Türkiye'ye gelmiş Màcırlar'ın konuştuğu Türkçe ile yazılmıştır ve tüm Balkanlar'da konuşulan Türkçe'yi karşılayacağı iddia edilemez. Bununla birlikte elbette diğer Balkan Türkçe ağızları ile pek çok ortak ve benzer özellikler de yok değildir. Hatta burada Balkan ağızlarında kullanılan pekçok kelime Anadolu Yörükleri arasında da yaşamaktadır.

Bu çalışmada temel olarak Bozüyük (Kandilli Köyü) ve Pazaryeri Màcırlarının konuşmaları esas alınmıştır. (Bilecik'in ilçeleridir). Bu vesileyle bize bu güzel Türk lehçesini öğreten, aralarında büyüdüğümüz dedelerimize, ninelerimize, anne-babamıza ve hısım-akrabamıza teşekkür ediyorum.

Bu çalışmadaki kelimelere bakıldığında bazıları geçmişten bir hatıra bulacak, bazılarına ilginç gelecek... Faydalı oldu ise sevinirim...

Fatih Devlez

A
aa: ünlem. (á) seslenmek için kullanılır. örn: "aa Mıstafa!"
abu: ad. (bazen) abla.
acık: sıfat. (ácık). azıcık, biraz.
aga: ad. abi.
akıtma: ad. bir tür hamur yemeği; krep.
alaf: ad. hayvan yemi. örn:"yonca alafı pek yà bàlatmiêr". alafla-mak: yemlemek. örn:"buban koyunları alaflamà gittiydi dama. yörü bak gè".
alatla-mak: fiil. acele etmek.
amelsiz: sıfat. iştahı kabarık, doymak bilmeyen. örn:"aga doymadın mı tá? ne amelsiz adamsın".
ameli gogi: sıfat.
amelsiz, doymak bilmeyen.
ána-mak: fiil. (ánanmak) eşeğin kum, kül vb. üzerine yatıp sağa sola kendini döndürerek sırtını kaşıması ve keyif yapması. mecaz anlamda yatakta çok yatan keyfine düşkün insanlar için de kullanılır. bir de mecaz anlamda tepinip yerlerde sürünen çocuklar için kullanılır. örn: "istedîn kadar ánan yerde, dáya götürmeycem seni büğün, hava çok suuk".
anteri: ad.
gömlek.
áret: ad. (orjinal söylenişi: ahiret). kızların küçükken seçtikleri kız arkadaş, çok önemsenir ve ömür boyu áretlik sürdürülür.
arık: sıfat.
bir deri bir kemik, zayıf.
atacak:
ad. çocukların kuş vurmak için kullandığı çatal bir dal ve esnek lastik ve meşinden yapılmış alet; sapan.
avlu: ad. bahçe.
ayaz: sıfat. 1) aydınlık. 2) soğuk.
azbiraz: zarf. olumsuz yargıların başında geldiğinde, olumlu anlam verip kuvvetlendirir. örn:"eviniz azbiraz güzel değilmiş" sözü "eviniz çok güzelmiş" anlamına gelir. örn:"yemek azbiraz acı olmamış= yemek çok acı olmuş". Bu aslında çoğu zaman şöyle kullanılır:"yemek az acı olmamış".


B
bakraç: ad. metal (genelde bakır) kova.
etimoloji: bakır ile ilgili olabilir. Oyratça; "baqras: pirinçten yapılma pişirme kabı", Yakutça; "bağarakh: süt kaynatmak için kap".
bakır: ad. kova, bakraç.
etimoloji:
Türk diyalektlerinin hepsinde, bakır madenini ifade etmek için, yakın şekillerde "bakır" kelimesi vardır. Eski Türkçe bakır.
beler-mek: fiil. gözlerin büyümesi. belert-mek: fiil. gözünü büyütmek.
belinle-mek: fiil. irkilmek.
bıldır: ad. geçen sene.
bici: ad. civciv.
bodat: ad. erkek arı.
bostan: ad. karpuz.
buba: ad. (boba) baba.


C
cambaz: ad. hayvan alıp satan.


Ç
çapar: sıfat. kaşları ve kirpikleri bile sarı olan; çok sarışın.
çatrık: ad. yol ayrımı.
çekiş-mek: fiil. 1) kavga etmek. örn: "kızanlâ çekişiêlé" 2) azarlamak. örn: "acık çekiş şuna da paysınıpdurmasın uşá".
çember: ad. kadın ve kızların evde başlarını örttükleri başörtü; yemeni.
çeşind: ad. çeşit.
çiten: ad. büyük sepet, küfe.
çocuk: ad. erkek çocuk. örn:"iki çocuum üç de kızım vá". (erkeklere "çocuk", kızlara "kız" denir. ortak adı kızan veya uşaktır)
çotuk: ad. kütük.
çüğ-mek: fiil. (çövmek, çüvmek) zıplamak.
çüğdür-mek: fiil. (genelde erkek çocuk için) ayakta işemek.
çüğdüren: ad. şelale.


D
dala-mak: fiil. 1) köpeğin ısırması. 2) ısırgan gibi otların deriyi kabartması. örn: "elleme kızanım dalá elléni".
dam: ad. ahır.
dîren: ad. (diren, i uzatılır) çatal, iki çatallı saman atma aracı.
dolaş-mak: fiil. ziyaret etmek. örn: "git amcanı dolaş bakam".
domatis: ad. (tomatis) domatez.
donanteri: ad. alt ve üst giyim.
dünüşü: ad. dünür. dünüşanne: bir insanın kardeşlerinin kaynanası.
düven: ad. döven, öküze bağlanarak harman yapmaya yarayan altı çakıllı alet.


E
ekti: sıfat. sonradan görme, görmemiş.
encek: ad. enik, çocuk. enik-encek: çoluk-çocuk. örn: " enik-encek gelmişlê inan".
enikonu: sıfat. etraflıca. ciddi-ciddi. örn: "Ámet'len Sabri enikonu çekiştilé".
evecik: sıfat. aceleci.
eveciklen-mek:
fiil.
acele edipdurmak.
evlek:
ad.
çimen mantarı.
evva: ünlem. eyvah. evva yareppim: eyvah ya rabbim.


F
fena: sıfat. (iki hece de kısa okunur) öfkeli. karşıtı: yavaş.
fenik-mek: fiil. paniklemek, huzursuzlanmak, yorulmak. uykusu fenikmek: uzun süre uyuyamadığı için uykusu kaçmak.
farı-mak: fiil. çok yorulmak, nefes nefese kalmak, hayvan için dili dışarda solumak.
ferece: ad. kadınların dışarı çıkarken giydiği, siyah kumaştan, boynu büzgülü, bileğe kadar uzanan palto.
fasle: ad. fasulye.
fışkan: ad. ince ve esnek, yaş ağaç dalı. örn: (çocukları korkutmak için) "fışkanı kıçına dolarım bak!".
fıydır-mak: fiil. fırlatmak.


G
gayette: edat. gáyet.
gegere: sıfat. çok zayıf, sıska. kuru gegere: çok zayıf.
gene: edat. yine.
gırnata: ad. klarnet.
gıygı: ad. (gıygıdı, gıypıdı) keman.
gocuk: ad. kaban, mont.
godeş: ad. (çocuklar için, komik söyleyiş) arkadaş.
gogucu: ad. çocukları korkutmak için söylenen yaratık.
göde: ad. üveyk, yani ormanda yaşayan kumru benzeri güzel renkli kuş.
göynü-mek: fiil. (gûnümek) meyve için olmak.
göynük: sıfat. (gûnük) olmuş meyve. göynücek: epey olgun.
gözer: ad. büyük kalbur. deyim: "kalbura gelmeyen g*tünü gözere germek: kendi imkanlarından fazlasını yapmaya çalışmak".
gözlet-mek: fiil. gözetlemek.
gugukçuk: ad. (guguuçuk) kumru.
gübür: ad. çer-çöp.
gündöndü: ad. ayçiçeği.


H
hakil-hukil:
zarf. üstünkörü. özensizce.
halaşa: sıfat. ad. tembel. tembel at.
hamırsız: ad. mayasız yapılan biraz yağlı ekmek, çörek.
hampa: sıfat. hantal.
hargaltı: isim. lüzumsuz eşyalardan oluşan topluluk.
haştööle:
deyim. (ha işte öyle). "aferin, çok güzel yaptın, şimdi oldu" anlamında. örn:"haştööle oturun bakam az toraya".
havàgit: ünlem. (ha var git!). hadi gidebilirsin şimdi anlamında.
hayat: ad. evin tüm odalarının kapılarının açıldığı yer, antre, hol.
örn: "gel to bureye, hayata oturuverelim".
hayda-mak: fiil. (aydamak) bir bineği kullanmak, sürmek. örn: "araba haydamak, bisiklet haydamak, gemi haydamak".
hayta: sıfat. kopuk, it, sokakta it gibi gezen erkek çocuk.
hepgene: edat. ne de olsa. örn:"bu sene çok soğuk olmadı ama kar yağdı. hepgene kış tabi canım".
hepten: zarf. tamamen, iyice.
hıştın-mak: ad. (ıştınmak)
konuşmak. ses çıkarmak.
hıştınma!: ünlem. sus! sesini çıkarma.
holluk: ad. 1) köy çeşmelerinin küçük havuzu. 2) tavukların yumurtladığı yuva.
horanda: ad. (nükteli söylem) ailecek. sülalece. örn:"bi horanda insan geçti sokaktan".
horaz: ad. horoz. (horoz küçük ses uyumuna uymadığından horaz denir).
hur-mak: fiil. vurmak.


I
ısçak: sıfat. sıcak.
ısmık: sıfat. sümsük, çok çekingen, kimseye bulaşamayan, iki laf edemeyen kimse.


İ
îl:
ek. gil. örn: "tetenîl=teyzengil", örn: "bu avşam bubanîle gitçen mi?"
ilén: ad. leğen.
îlen-mek: fiil. eylenmek, dalga geçmek.
îlik: sıfat. (bir yerden) değin. örn: "to taştan îlik bizim tarla to bu yanı amıcanîlin".
îmen-mek: fiil. (iimenmek: i uzatılır)
çekinmek, sıkılmak, utanmak.
indîme: ad. (indirme) baraka.
inge: ad. yenge.
islâ: sıfat. (isle) (tlfz: a ince okunur uzatılmaz) güzel. islah.
islâca: sıfat. güzelce.
îşi: sıfat. ekşi.
îşimik: ad. ekşimik.
îşilik: ad. salata.
işkil: ad. şüphe.
işkillen-mek: fiil. karşıdakinin niyetini hissetmek, şüphelenmek. deyim: "işkilli g*t dingilder: bir şey gizlemeye çalışan insan hareketleriyle bunu belli eder".
iti: sıfat. çok yağlı yiyecek. örn: "koyun yánısı çok iti oliêr".


K
kadın: sıfat. güzel.
örn: "araban pek kadınmış".
káli: zarf. (kalan, kayrı, kayrıkın)
artık.
kankil-mek: fiil. (nükteli söyleyiş olarak)
ölmek, gebermek, ölmüş gibi olmak, çok yaşlanmak.
karamık:
ad. böğürtlen.
karık: ad. sebzelerin dikildiği sıra.
kartalaç: ad. hamurdan yapılan, saçta pişirilen, mayasız, yağlı yiyecek.
katı: ad. tavuk taşlığı.
kepenek: ad. çobanların giydiği keçeden yapılma, rüzgara ve soğuğa karşı koruyan giyecek.
kez: ad. nişan.
kezle-mek: fiil.
nişan almak.
kıfı: sıfat. komik, esprili, nüktedan insan.
kırnap: ad.
balmumuyla sıvazlanıp sağlamlaştırılmış kalınca ip. ayakkabı dikmede kullanılır.
kızan: ad. çocuk.
kirez: ad. kiraz.
kolaç: ad. bayramlarda, kandillerde hamurdan yapılıp komşulara dağıtılan yiyecek.
kosa: ad.
uzun saplı orak.
köstek: ad.
takoz.
kösteklen-mek: fiil.
takılıp düşecek gibi olmak.
kufa:
ad. kova.
kumpir: ad. patates.
kuru: sıfat. zayıf. örn: "kuru uşak".
kuruluk: ad. (kurluk) avluda (bahçede) yapılan üstü kapalı yer; çardak. deyim: kurluk altı.
künah: ad. günah.


L
lapırda-mak:
fiil. (ses benzeşiminden türemiş)
hızla koşmak.
lappadanak:
sıfat. (ses benzeşiminden türemiş) aniden.
lastik: ad.
ayağa giyilen ve lastikten yapılan ayakkabı. (karalastik).
lök:
ad. puhu kuşu benzeri kuş.
deyim: lök gibi oturmak: sürekli oturmak.
löpen: sıfat. ağır davranan, tembel.


M
má:
ünlem. (maa). kadınların seslenirken kullandığı hitap. örn:"má kız Emne! uşaklara seslen avşam oldu".
macın: ad. pekmez. deyim: macın kaynatmak: üzümü veya pancarı kaynatarak pekmez yapmak.
mácır: ad.
(muhacir) Balkanlar'dan çeşitli zamanlarda Türkiye'ye göç etmiş Türkler'in genel adı.
makak: ad. baston.
maktá: ad-fiil. (Osmanlıca) her yıl meşe ormanından bir korunun köylü tarafından kesilmesi.
mále:
ad. mahalle. deyim: máleye gitmek: akşam oturmasına gitmek.
mána: ad. bahane.
deyim: o mána bu mána, osuruklu g*te arpa ekmé mána: herşeye bahane bulanlar için kullanılır.
mána bul-mak: fiil. ayıplamak.
örn:"be sen mısmıl bi anteri giysene üstüne, mána bulcak álem".
mavurlu: sıfat. buruk bir tat. örn:"armut hoşafı pek mavurluymuş".
meci: ad. imece.
deyim: mále meci kör yardımcı: bir işin bilen bilmeyen herkes tarafından topluca yapılması.
mınala-mak: fiil. aşağılamak, küçümsemek. örn:"mınalama da yi şu yeméni".
mısmıl: sıfat. güzelce. adamakıllı.
örn:"büğün böberleri mısmılca ektik bakam". deyim: hasıl mısmıl: doğru dürüst.
mîzin: ad. müezzin.


N
nakkere:
zarf. (orjinal söyleyiş: na hak yere). boş yere.
nálet: sıfat. (nalet). (orjinali: lânet). kötü kişiler için hakaret yollu söylenir. örn: "çok nalet adammış yaw".
namazlá: ad. seccade.
né?: soru. (nee şeklinde okunur. açık e ile) niye? neden?
örn:"né tööle aykırı yürüiésin?"
néye?: soru. niye? neden? örn:"néye be canım?"



O
ogene:
edat. (o gene). halbuki, oysa, meğer, meğer o... örn:"ben Sülman'ı gelcek deye beklédim, ogene dáya gitmiş büğün". örn:"ajans sesleyelim diye radyoyu açtık ogene bozukmuş".
oğrat-mak: fiil. kovmak. def etmek. örn:"geçen Fatme abunun köpéni oğrattım bizim avludan".
okà: zarf. (o kadar).


Ö

P
pakla-mak:
fiil. (pak kökünden). temizlemek, yıkayıp temizlemek.
palaçor: sıfat. pejmurde, düzensiz, üstüne başına dikkat etmeyen kimse.
pança: ad.
avuç.
pançala-mak:
fiil.
avuçlamak.
pantul:
ad. pantolon.
papara: ad. (popara). sütün içine ekmek doğranmasıyla oluşan yemek.
pápıla-mak: fiil. biber, domatez vb. közlemek.
papırtma: sıfat. (nükteli söyleyiş)
tombul, şişman.
patırda-mak:
fiil. (patırdan-mak)
söylenmek.
paysın-mak:
fiil. sataşmak. hır çıkarmaya çalışmak.
örn:"oğlum kim paysındı sana söyle bakalım".
pazı: ad. kurutulmuş yufka.
pelik: ad.
saç örgüsü.
pesmet:
ad. hamurdan yapılmış yağda kızartılan lokma benzeri yiyecek.
peşkir: ad.
havlu.
pıdik:
ad. (pırik, pıli, prik) (bazen kullanılır). küçük şirin köpek. örn:"git sev kızanım bakam pırî".
arabacı pırî: ad. (arabacı pılisi) küçük ve tıknaz, sağlam yapılı, arabaları ve insanları takip ederek gezmeyi seven köpek.
pıtpıdik: ad. (ses taklidi ile türemiş). bıldırcın. (bıldırcın böyle öter).
pıtret: ad. (eskiden) fotoğraf.
pîpi: ad. hindi.
pipirik: sıfat. (pipirikli, pimpiri). (nükteli söyleyiş) evhamlı.
pirişik: sıfat. (pirişikli). (nükteli söyleyiş) bir oturduğu yerde duramayan. evhamlı.
portakapı: ad. çift kanatlı avlu kapısı, bkz. tokat kapı.
potur: ad.
pantolon.
püsür:
sıfat. tembel, iş yapmak istemeyen.


R
rále:
ad. (rahle). sehpa.


S
salıngaç: ad. (sangaç). salıncak.
sal-mak: fiil. köpeğin havlayarak saldırı tehdidi yapma eylemi.
örn:"gece İreceb'in köpekleri kime saldı durdu?".
sarmaş-mak: fiil. sarılmak.
saya: ad.
çevresi çitle çevrili hayvan ağılı.
saysı-mak:
fiil. saygı duymak.
sefte: sıfat. (orjinali: siftah). ilk defa. örn:"sefte geldim tá bu sene İstanbul'a".
seki: ad. (birçok türk lehçesinde var. prototürkçede: sekü) küçük oturak.
(bank yerine kullanılabilir).
seme: sıfat. sersem. deyim: seme tavuk gibi olmak: sersemlemek.
semele-mek: fiil. sersemlemek.
seniş-mek: fiil. bitki yapraklarının güçsüzleşip kendini salıvermesi.
örn:"tomatislé küneşin altında hepten senişivermiş".
sesle-mek: fiil. dinlemek. sesini dinlemek.
deyim: ajans seslemek: haberleri dinlemek.
sıbıt-mak: fiil.
rastgele fırlatıp atmak.
sın-mak:
fiil. bezmek, vaz geçmiş bir hal almak. örn:"söve söve sındırmışlar adamı".
sırtmaç: ad. sığır çobanı.
sıvış-mak: fiil. aradan kaçmak.
sızdırma: ad. (sızırma). etin kavrulmasıyla yapılan yiyecek. kavurma.
sîlim: sıfat. herşeyi yemeyen, iştahsız, narin.
sî-mek: fiil. (siğmek).
işemek.
somak:
ad. hayvanların ağız ve burnunu kapsayan genelde uzun bölümü.
deyim: sománı şişirmek: (somak yapmak). surat asmak, somurtmak. deyim: çek sománı!: biri kafasını çok yaklaştırınca uzaklaştırmak için biraz kabaca söylenir.
sosal: ad. (sosil). sıçandan da büyük fare.
söbelek: sıfat. söbü kafalı. bkz: söbü.
söbü: sıfat. (söbe). yumurta şekli, eliptik, elips.
deyim: söbü olsa dünyayı yutçak: dünyanın şekli söbü olsa, yani yutmaya müsait olsa, yutacak kadar aç gözlü ve amelsiz insan için kullanılır.
sundurma: ad. evin giriş kapısının önündeki üstü kapatılmış küçük bölüm.
susak: ad. su kabağı. deyim: susak kafalı.
suvácı: ad. (su+ağaç) iki ucuna da su bakırı takılıp terazi gibi ortası omuzun üstüne alınarak su taşımaya yarayan, hafif eğri ve kalınca, simetrik dal.
süğüt: ad. (süüt). söğüt.
süven: ad. büyük sopa.


Ş
şarpa: ad. eşarp.
şavık: sıfat. (orj: şavk)
parlak ışık; aydınlık.
şavı-mak:
fiil.
ışıldamak.
şılak:
sıfat. parlak, ışıldak.
şıla-mak: fiil. parlamak, ışıldamak.
şıvşır-mak: fiil. tıka basa doldurmak. örn:"ekmé şıvşırma ázına!".


T
tá:
zarf. daha.
taliga: ad.
basit at arabası.
tentene:
ad. dantel.
tete: ad. teyze.
tezik-mek: fiil.
daha önceden gelipdurduğu yere gelmez olmak.
titiz:
sıfat. asık suratlı ve ciddi insan.
tîze: ad. teyze.
to: zamir. o. (te o).
örn:"to adama git". örn:"tordaki elmayı getir".
tokat: ad. büyük ve iki kanatlı bahçe kapısı.
tokurcun: ad.
ekin demeti.
toparlak:
sıfat. (topalak). söbü olmayan. yuvarlak.
tor: sıfat.
işe alışmamış beden.
tozut-mak:
fiil. tozu dumana katmak.
tööle: öyle.
töbüle:
işte böyle.
tuğyan:
sıfat. (tuuyan). besili, eti budu yerinde, hatta biraz irice.



U
um-mak:
fiil.
ummak.
usukmak: fiil. akıllanmak, sakinleşmek. "usukturmak: akıllandırmak, sakinleştirmek." örn: "askere gitti geldi de acık usuktu".
uşak: ad. çocuk.
uyuntu: sıfat. uyuşuk.


Ü
ümüzlen-mek
: fiil. ümitlenmek.
ünük: ad. boğaz.
ünükle-mek: fiil. boğazını sıkmak.

V


Y
yalabık: sıfat. pürüzsüz, kaygan.
yánı: ad. yahni.
yavaş:
sıfat. sakin, uslu insan. zıttı: fena. örn:"pek yavaş çocuk".
yelekin: ad. yel alan, esintili yer.
yılık: sıfat. şaşı.
yiğin: sıfat. hafif.
yufka: sıfat. 1)
sığ; "derin"in zıttı. 2) ince.


Z
zemeri:
ad.(zemheri) kışın en soğuk zamanı. karakış.

24 yorum:

Unknown dedi ki...

mükemmel olmuş aferin bravogurur duyuyoruz teşekkür ediyoruz

Unknown dedi ki...

Elinize sağlık

Adsız dedi ki...

YANSALAMAK=TAKLİT ETMEK, YALACAN=SIĞ

Trakyadanbiri dedi ki...

Toylan = soguk ruzgarli hava (toylanda çikma disari evde otur )
Pekisla = ( örn:pekisla çalışmış kızan dersine )
Yene= evet demek onaylamak ( beni sen mi aradın ? Yene ben aradım )

Unknown dedi ki...

Heptenzere

Unknown dedi ki...

Baynanma= zıplamak , hoplamak , oynamak

Unknown dedi ki...

Tevekel şaşkın

Unknown dedi ki...

Yaa= evet,aynen,ondan

Fatma dedi ki...

Pukal ne demek bilen varmı?

Adsız dedi ki...

Marı: kadın, karı

Unknown dedi ki...

Harika ellerinize emeğinize sağlık çok teşekkürler.

Unknown dedi ki...

Emeğinize sağlık paylaşım harika olmuş bende Macır kızanı olarak ekleme yapayım 😊. Endez= düzgün anlamında kullanıyoruz

Unknown dedi ki...

Folluklanmak = yerini bulmak, rahat etmek. Yerinde kıpırdayan insana: "Folluklanamadın bi türlü" denir

Gülden dedi ki...

Selanikli dedem erkek kediye marlok derdi.

Unknown dedi ki...

Mari genç kızlara deriz genelde kizanin büyüğü

Adsız dedi ki...

Yantir ?

Adsız dedi ki...

Çok güzel yazmışsınız. Benim büyükanneannem de 'islâça' dermiş hakikaten manasında.

Adsız dedi ki...

Merhaba Selanik göçmeni bir aileden geliyorum bizde Yalacan kelimesi soğuktan ya da ateşten yandığı için kıpkırmızı olan cilt için kullanılır.

Adsız dedi ki...

Devekkel

Adsız dedi ki...

Emeklerinize sağlık. Bazı kelimeleri unutmuşum, hatırlattınız. Bazılarını ilk defa duydum. Ben de Kandilliliyim.

Adsız dedi ki...

seme=sersem

Adsız dedi ki...

İslâ kelimesinin anlamı iyi, güzel demek pek islâ çok güzel demek. Amacım hadsizlik yapmak değil,sadece katkıda bulunmak. Saygılar.

Adsız dedi ki...

İslaca genel olarak nasılsın sorusuna verilen cevaptır. Napin veya napiniz sorusuna cevaben islaca denir.yapılan güzel bir iş ise ona da islâ denir. Saygılar.

Adsız dedi ki...

Hıştınma =Cevap verme,sus.